Bugün sizlerle, fotoğrafçılık üzerine yaptığımız bazı yanlışları, yanlış düşünceleri paylaşmak istiyorum. Keşke fotoğrafa başlarken bunları bilseydim de zamanında önlem alabilseydim dediğim bu konuları merak ediyorsanız, haydi buyurun…

Makinayı  yüceltmek

Sanırım en çok pençesine düşülen hata bu. Sürekli olarak, daha yeni, daha iyi, daha büyük, daha gelişmiş, daha teknolojik, daha… daha… daha… bilmem ne makinaya ulaşmak için çaba gösteriyoruz. Bu masumane bir çaba da değil üstelik. Diğer makinaları kötüleyerek, küçümseyerek, başarısızlıklarımızı elimizdeki makinaya yükleyerek yapıyoruz bunu. “Makinam yeterince iyi değil, o makina bende olacak, o oo…” gibi bahaneler arkasına saklanıyoruz. 

Bir de sektörün üretici markaları bizim bu zaafımızın üzerine oynayarak sürekli yeni makineler, geliştirip, süslü püslü reklamlar ile önümüze koyuyorlar. Haydaaaa…”bak işte bu makine ne yetenekliymiş, benimki bunu beceremiyor, değiştireceğim abi…” durumuna sık sık düşüyoruz. Hele bir de etrafımızdan birisi bu makinayı almış ve ballandıra ballandıra anlatıyorsa içimiz eriyor…

Sakın burada başkalarını, üretici firmaları, kapitalist rejimi vs. vs. suçlama yanılgısına düşmeyelim. Elbette onların da suçu var ama iğneyi kendimize batırmak gerekirse en büyük suçlu biziz. Egolarımız, hırsımız, daha fazlasına sahip olma güdümüz, başarısızlığı makinaya yıkma zafiyetimiz… 

Arkadaşlar, fotoğraf sürecinin içinde fotoğraf makinasının payı sadece, sensöre ya da filme kadar ışığın ulaşmasına aracılık etmek ve onu kayıt altına almaktır. Temel fotoğrafçılığın ilgi alanı çerçevesinde bunun ötesinde bir rolü yoktur, yani o bir araçtır. Araç demek, belirli bir işi yapmak için veya sonuçlandırmak için gücünden yararlanılan nesne demektir. Bu araç yaklaşık 200 yıl önce de bu temelde bu işi yapıyordu, bugün de bu işi yapıyor. Elbette gelişmiş bir takım özelliklerle, bazı şeyleri kolaylaştırıyor ama bu onun araç olması vasfını değiştirmiyor.

Fotoğrafı gören, kadrajı yapan, kompozisyonu tasarlayan, ayarları yapan ve çeken bizleriz. Makine, bu işi yapmak için bize yardımcı oluyor ama makine çekmiyor fotoğrafları. Biz çekiyoruz. Neyi çekeceğine makine karar vermiyor, biz veriyoruz. Eğer doğru, güzel çekiyorsak da biz çekiyoruz yok yanlış ve kötü fotoğraf da çekiyorsak biz çekiyoruz. 

Makina ile ilgili tek bir kaygımız olmalı. Onu, çok iyi tanımalı, kabiliyetlerini-kısıtlarını çok iyi bilmeli ve gözümüz kapalı kullanabilmeliyiz. Bunun ötesinde makinanın bize ve fotoğrafçılığımıza çok büyük etkisi yok. O yüzden en iyi makina elimizdeki makinadır, o da sadece bir araçtır. 

Fotoğraflarımızla aşk yaşamak

Ben çok yaşadım, eminim hepiniz yaşamışsınızdır ve yaşamaya devam da ediyoruz. Fotoğrafımıza aşık oluyoruz. Çektiğimiz fotoğrafı çok beğeniyoruz. Onun dünya güzeli olduğunu, biricik olduğunu, kusursuz olduğunu düşünüyor ve buna inanıyoruz.  Her aşk gibi fotoğrafa olan aşkımız da gözümüzü kör ediyor. Eksikleri, yanlışları, kusurları görmüyoruz. O fotoğrafın büyüsü, belki çekim anından, belki içerikten, belki kompozisyonundan, belki estetiğinden belki de bunların karışımından geliyor. Bu büyü bizi öyle bir etki altına alıyor ki realist olamıyoruz. Gerçekleri göremiyoruz. Fotoğrafımıza toz konduramıyoruz. 

Aşık olduğumuz bu fotoğraf, başkaları tarafından aynı beğeniyi, takdiri almayınca da veriyoruz, veriştiriyoruz. Fotoğraftan anlamadıklarını mı istersiniz, taraf tuttuklarını mı istersiniz, bizi kıskandıklarını mı istersiniz söylenip duruyoruz. 

Oysa, dikkatli dinlersek bu konuda ustaların verdiği birçok öneri var. Ne mi onlar? Bakın mesela, fotoğraf seçerken kendinize çok acımasız olun diyorlar. Hatta kendiniz seçmeyin, güvendiğiniz birisine seçtirin diyorlar. Bir fotoğrafı seçip, işlediyseniz kapatın ve aradan bir süre geçince tekrar bakın diyorlar. Beğendiğiniz fotoğrafı masaüstü fotoğrafı yapın ve hergün o fotoğrafa bakabilmeye tahammül edip edemediğinizi kontrol edin diyorlar. Fotoğrafımızla aşk yaşıyor olmamız, onu başkalarının da beğeneceği anlamına gelmiyor. Gün yüzüne çıkarmadan önce ustaların bu önerilerine kulak vermek lazım… Bütün bunlar tecrübe…

Sosyal medyayı referans almak

Bir diğer büyük yanlışımız da sosyal medyayı hakettiğinden fazla önemsemek. Çektiğimiz, özenle düzenlediğimiz fotoğrafı, büyük bir heyecanla sosyal medyaya yüklüyoruz. İlgi çeksin, beğenilsin diye üstüne afili bir cümle ya da güzel bir şiir ekliyoruz. Bakın ben fotoğraf ekledim, gelin onu beğenin dercesine başkasının fotoğraflarına like atmaya başlıyoruz. Hooop işte geri dönmeye başladı like’ler… Ne kadar çok “like”, o kadar iyi fotoğraf. Ne kadar çok “like” o kadar iyi fotoğrafçı. Eğer herşey yolunda giderse, çok “like” gelirse, koltuklarımız kabarıyor, “ne kadar iyi fotoğrafçıyım, benim gibisi az bulunur bu alemde” havalarına giriyoruz hemen. Ama işler yolunda gitmez de yeterince “like” alamazsak, vah ki ne vah… Karalar mı bağlasak, fotoğrafı mı bıraksak, yoksa “abi ben bu hashtag işinden anlamıyorum o yüzden az like geldi, yoksa bu fotoğraf uçar giderdi” bahanesinin arkasına mı sığınsak…

Acı gerçek şu ki sosyal medyada beğeni sayısı, fotoğrafın değeri ile ilgili hiçbir anlam ifade etmiyor. Ne çok “like” almış bir fotoğraf iyi fotoğraf anlamına geliyor ne de az “like” almış fotoğraf kötü fotoğraf. Fotoğrafın değerini belirleyen bambaşka dinamikler var. İyi fotoğraf, az “like” da alsa, hakettiği mecrada yerini buluyor. O yüzden sosyal medyayı bir eğlence gibi görmek, fotoğraf paylaşmak ama fotoğrafın değerini “like” sayısıyla ölçmemek  gerekiyor. Tıpkı, fotoğrafçının değerini takipçi sayısıyla ölçmemek gerektiği gibi…

Kendine yatırım yapmamak

İçine düştüğümüz yanlışlardan bir diğeride ‘erken başarı’ sendromuna girmek. Yeni başladığımızda, meraklı oluyoruz. İlgi gösteriyoruz. Öğrenmeye çalışıyoruz. Fotoğrafla ilgili şeyleri araştırıyor, okuyor, inceliyor, kurslara gidiyor, kendimizi geliştirmeye çalışıyoruz. Doğal olarak bu bize bilgiyi getirmeye başlıyor. Bir şeyler öğrendiğimizi, birşeyler bildiğimizi hissetmeye başlıyoruz. Hemen akabinde bu bilgilerimiz fotoğraflarımızda başarılı sonuçlara dönmeye başladığı anda ‘erken başarı’ dönemine giriliyor. Güzel fotoğraflarımıza gelen birkaç iltifat, birilerinin bize ‘hocam’ diye hitap etmesi, sosyal medyanın pohpohlaması ile birlite ‘ben oldum’ duygusuna kapılıyoruz. İşte kendimize yaptığımız en büyük kötülüklerden birisi. Ben oldum demek, öğrenmeye, gelişmeye, denemeye kapılarımı kapadım demek. Bunlara kapıları kapamak, bırakın yerinde saymayı gerisin geriye gideceğiz demek. Çünkü hiç bir şey durmuyor evrende. Her şey hareket halinde. Herşey gelişiyor, değişiyor. Her an yeni birşeyler öğreniliyor. Başarılı olmuş hiçbir insan, hiçbir fotoğrafçı ‘ben oldum artık’ ruh haline girmemiş, her gün yeni birşeyler öğrenmek için, kendini geliştirmek için çırpınan insandır. Kendine yatırım yapan, kendini geliştiren insandır. Fotoğrafçılığımızı geliştirmek istiyorsak, hiçbir zaman ‘ben oldum’ dememeli, ‘erken başarı’ sendromuna girmemeliyiz. Bu içsel tuzağa düşmemeliyiz…

Taklitçiliği bir tarz haline getirmek

Evet, maalesef yaratıcılığın teşvik edildiği, yüceltildiği bir ortamda yaşamıyoruz. Ne eğitim sistemimiz, ne aile yapımız, ne kültürel genlerimiz bizi yaratıcı bireyler olmaya zorlamıyor. Bunun sonuçlarını her gün, her yerde, her alanda, kısır döngüler içerisinde yaşayarak görüyoruz. Yaşamımıza olumsuz etki eden bu yaratıcı düşünce yoksunluğu fotoğrafımıza da yansıyor. Birbirinden çok da farklı olmayan, içerisinde bırakın yaratıcılık, üzerinde düşünmüşlük hissiyatı bile barındırmayan taklit fotoğraflar çekip duruyoruz. Başkalarının çektiği fotoğrafların aynısını çekmek için çabalar sarfediyor, yollar gidiyoruz. Benzerinden onlarca belki yüzlerce olan fotoğraflardan bir tane de benim olsun diye çekip, paylaşmaktan çekinmiyoruz. Şu anda saymaya kalksak bir çırpıda 15-20 tane fotoğraf karesi sayabiliriz ki bunlar birkaç küçük değişiklikle ben dahil, birçok fotoğrafçı arkadaşımızın arşivinde yer alıyor. 

Taklit etmek, fotoğrafçılığımızı geliştirmek için bir yöntem olarak kullanılabilir, doğru ve limitinde kullanılırsa faydası da olur. Ama biz olayı tarz haline getirmişiz, artık. Birisi bir fotoğraf çekiyor. Nerede, ne zaman, nasıl bilgileri hemen sorgulanıyor ve otobüsler dolusu fotoğrafçı oraya gidip aynı fotoğrafı çekiyor. Hem fotoğrafçılık camiası olarak hem de bireysel olarak bu kötü alışkanlığı derhal bırakmamız ve yaratıcı, özgün fotoğraflar üretmeye yönelmemiz gerekiyor.

Bundan yaklaşık 25 sene önce fotoğrafa yeni başladığımda, birisi bana bunları tane tane anlatsa ve yol almak istiyorsan, bu tuzaklara düşme deseydi keşke…