1839 yılında fotoğrafın icadının kamuoyuna duyurulmasından sonra fotoğraf makinesi yüzyılın sonuna doğru toplumsal sorunların araştırılması ve bu sorunların düzeltilmesi yönünde kullanılmaya başlandı. 19. Yüzyılın sonlarında Jacob Riis ve Lewis Hine’nin fotoğrafladığı ‘Çocuk İşçiler’ problemi, toplumsal bir yaranın fotoğraf ile gözler önüne serildiği ilk proje oldu. Onların yarattığı farkındalık sayesinde Dorothea Lange, Walker Evans gibi sosyal belgeci fotoğrafçılar Büyük Bunalım’ın çiftçiler üzerinde yarattığı yıkıcı etkiye fotografik görünürlük kazandırdılar.  

Bugün sizlerle çalışmalarının bir kısmını paylaşacağım Sebastia Salgado;  sözü edilen fotoğrafçıların çalışmalarından izler taşıyan, sosyal belgesel fotoğraf ve fotojurnalizm geleneğinin günümüzdeki en önemli temsilcilerinden birisi. 

Dünyayı sadece fotoğraflayan değil, aynı zamanda değiştirebilen birisi olmayı başarmış bu büyük fotoğrafçıyı merak ediyorsanız haydi buyurun… 

 

Videonun sonuna ulaştığınızda, siz de bu fikre katılacak mısınız bilemem ama “Fotoğraf tarihi boyunca, yaşadığı çağı ve insana ait konuları, bu hacimde, bu denli farklı coğrafyalarda ele alıp, bu kadar uzun süreli belgeleyen ikinci bir fotoğrafçı yoktur” diye tanımlanıyor Sebastia Salgado.  

Çünkü Salgado’nun çalışmalarına baktığımızda uzun dönemli ve derinlikli fototoğraf projelerine imza attığını görüyoruz. İşçiler üzerine yaptığı proje altı, göçmenler ve mülteciler projesi yedi ve yine kamerasını doğaya çevirdiği son projesi ‘genesis’ yedi yıl sürmüş.  

İşçiler projesi için tam kırk iki farklı ülkede çalışan Salgado, bu çalışma yerlerinin her birinde her yıl en az sekiz ay geçirmiş ve aylarca bu insanlarla birlikte yaşamış. Yine benzer şekilde, göçmenler ve mülteciler üzerine yaptığı çalışmada yedi yıl boyunca yılın dörtte üçünü göçmenlerle geçirmiş.  

O halde, Salgado’nun uzun soluklu projeleri tercih etmesini, konusunu oluşturan insanlarla birlikte yaşamasını onun başarısının en önemli nedenlerinden biri olarak görmek mümkün.  Bir diğer unsur da onun hümanist ve mücadeleci kimliği. O halde kimdir Sebastioa Salgado? 

8 Şubat 1944 tarihinde Brezilya’nın Minas Gerais bölgesinde sekiz çocuklu bir ailenin altıncı çocuğu ve tek oğlu olarak dünyaya geldi. Çocukluğu, dağlar arasında, ormanlar içinde kurulmuş babasına ait çiftlikte geçti.  

1964-1967 yılları arasında iktisat okuyan Salgado, 1969’da aynı alanda yüksek lisansını tamamladı ve Brezilya Maliye Bakanlığı’nda çalışmaya başladı. Ülkesinde gerçekleşen darbeye karşı çıkan eylemcilerden birisi olarak, her konuda kendisine sürekli destek veren Lilia ile birlike, Fransa’ya yerleşmek zorunda kaldı.  

Ekonomi doktorasını Paris Üniversitesi’nde yapan Salgado, 1971’de Uluslararası Kahve Örgütü’nün yatırım bölümünde, Afrika’daki kahve bitki örtüsünü çeşitlendirmek göreviyle çalışmaya başladı. Bu sayede Afrika’ya yaptığı bir iş gezisi hayatının dönüm noktası oldu, bu yolculuk sırasında fotoğrafla tanıştı.  

Eşinin mimari projeler için kullandığı fotoğraf makinesinı ödünç alarak, Afrika’da ilk fotoğraflarını çekti.  Bu heyecan verici deneyimin ardından zor ve kritik bir karar vererek hayatının geri kalan bölümünde başka bir yapmadan sadece fotoğraf çekmeye başladı.  

Otuzlu yaşlarında fotoğrafla tanışan Salgado, insan ve iş ilişkilerini ele alan fotoğraflarıyla kısa zamanda dünyanın en iyi fotoğrafçıları arasına girdi. Time, Paris-Match, Stern, The Sunday Times ve Fortune gibi önemli basın kuruluşları için foto-röportajlar gerçekleştiren Salgado, başlangıçta serbest fotoğrafçı olarak çalıştı. Sonraları uluslararası haber ajansları olan Sygma’da,  Gamma Ajans’da ve en sonunda da Magnum Photos’da çalıştı. Nihayetinde de eşi ile birlikte Amazonas Images isimli kendi fotoğraf ajanslarını kurdu. 

Salgado, fotoğraf başladığı 70’li yıllardan günümüze, her biri çok ses getiren, 7 büyük fotoğraf projesi gerçekleştirdi.  

Salgado, 1977-1984 yılları arasında yedi yıl süresince Brezilya’da uzak dağ köylerini gezerek “Other Americans / Öteki Amerika” (1986) adlı albümü hazırladı. Bu çalışmasında Amerika kıtası ile aynı adı taşıyan kıtanın ötekiliğini ön plana çıkardı ve yerlilerin, özellikle de kırsal kesimdeki yoksul halkın arasında yaşayıp onların yaşam savaşımını fotoğrafladı, yabancısı olmadığı çevreyi ve insanları bilmeyenlere anlatmaya çalıştı. 

1986-1992 yılları arasında en büyük projesi olarak kabul edilen “Workers / İşçiler” (1993) üzerinde çalışan Salgado, bu proje kapsamında yirmi altı ülke gezerek geniş çaplı bir işçi profili çıkarttı. “Workers” projesinin en önemli ayağı ise kuşkusuz Brezilya’nın Serra Pelada altın madenidir. Salgado bu foto-röportajında bir futbol sahası büyüklüğündeki madende ürkütücü koşullar altında yaşanan insanlık dramını anlatır. 

1997 yılında ise Brezilya’da topraklarının geri verilmesi için mücadele eden köylüleri fotoğrafladı ve bu çalışmasını “After Terra: Struggle of the Landless / Yurtsuzların Mücadelesi” adıyla albümleştirdi. Bu albümden ve fotoğraflarının satışından elde ettiği gelirle topraksız köylülere arazi satın almış ve hümanist sosyal belgeselcilerin kendisinden önce yaptığı gibi, kamerasını toplumsal sorunların çözümü yönünde kullandı. 

Salgado’nun topraksız köylülerden sonraki konusu ise göçmenlerdir. Yaklaşık elli ülkede savaşlar ve yoksulluk gibi nedenlerle sürekli devinim halindeki vatansız insanları, göçmenleri ve mültecileri fotoğrafladı. 2000 yılında basılan “Migrations: Humanity in Transition / Göçler: Geçiş yapan İnsanlık” ve göçmenlerin çocuklarının portrelerinden oluşan “Portraits of Children of the Migration / Göç Çocuklarının Portreleri” adlı albümler sekiz ülkede 200 binden fazla basıldı. Proje kapsamında açılan sergiler üç milyondan fazla insan tarafından gezildi, birçok ülkede sergiyle birlikte eğitim programları da hazırlandı. 

Salgado 2002 yılında ise çocuk felcinin kökünü kazımak için gerçekleştirilen evrensel kampanyayı fotoğraflamak için Somali, Sudan, Hindistan, Kongo ve Pakistan gibi ülkeleri gezdi. 

Uzun yıllar boyunca savaşları, yoksulluğu, ağır çalışma koşulları altında ezilen işçileri, köylüleri ve çocukları fotoğraflayan Salgado, 2004 yılında başladığı ve “Genesis / Yaratılış” adını verdiği son projesinde ise objektifini doğaya çevirir. 2011 yılında tamamladığı bu projesi kapsamında yerkürenin henüz bozulmamış uzak köşelerine 32 seyahat gerçekleştirdi ve kendi deyişiyle “modern insanın uzun -ve çoğu zaman yıkıcı- kolundan kurtulabilmiş kara ve deniz manzaralarını, hayvanları ve ilkel toplulukları” fotoğrafladı. 

Salgado, fotoğraf çekeceği yere sadece bir fotoğraf çekmek için gitmez. Amacı bir öykü oluşturmaktır ve bu öyküler bir dizi fotoğraftan oluşur. Onun görüşüne göre, belgesel fotoğrafçı, bir yere güzel fotoğraflar ve güzel şeyler yaratmak için gitmez. Belgesel fotoğrafçılık bir tartışma başlatmalı ve hayatımızın gidiş yönünü sorgulatmalıdır. 

“Fotoğraflarıma bakan birinde sadece bir merhamet duygusu uyanırsa, tamamıyla başarısız olduğuma inanacağım. İnsanların bir çözüme ulaşılabileceğini anlamalarını istiyorum”. Onun bu sözleri fotoğraflarından ve onları izleyenlerden beklentilerini de açığa vurur. Sorunlar sadece gösterilmekle kalmamalı, aynı zamanda onların çözümü yönünde de toplumsal bilinç yaratılmalıdır. 

Salgado, bizlere dünyanın halini ve kendi kaygılarını göstermek için biçimsel kaliteye de önem verir ve iyi fotoğraf baskısının gücünden yararlanır.  Salgado’ya ait görüntü dilinin ‘siyah-beyaz’ olduğunu görürüz.  Fotoğrafları içerik yönünden nitelikli ve derinlikli olduğu kadar, biçimsel yönden de son derece güçlüdür ve ‘siyah-beyaz’ın en güzel örnekleridir. Işık kullanımı, ton dağılımı, çerçeveleme, yarattığı derinlemesine kompozisyonlar ve fotoğrafların baskı kalitesi son derece güçlüdür. Onun fotoğraflarını etkileyici kılan da budur.  

Gölgelerin yoğun, kontrast seviyesinin yüksek olduğu Salgado fotoğraflarında, Rembrandt ve Chiaroscuro aydınlatma yöntemlerinin yani aydınlık ve karanlığın etkileyici şekilde kullanımı fotoğraflara üçüncü boyut hissi katar, dokuları ve formları öne çıkarır.   

Salgado’nun fotoğraflarındaki biçimsel kalite aynı zamanda onun en fazla eleştirilen yönüdür. Övgüyle karşılaştığı kadar yergilere de maruz kalır. Kimi eleştirmenlerce fotoğraflarındaki biçimsel yönün içeriği zayıflattığı, insanların acılarını estetize ettiği ve bundan para kazandığı dile getirilir. 

Salgado ise, “yoksulların güzel fotoğraflarını çekiyorsun” diyenlere şu yanıtı verir: “Bunu söyleyen aslında hiçbir şey anlamamıştır, çünkü ben asla fotoğraf çekmek için gitmem. Ben güzel fotoğraf çekmeye gitmem. Güzel bir fotoğraf nedir ki ayrıca? Hayır. Ben öykümün içinde yaşamak için giderim, neler olup bittiğini anlamak için, fotoğraflarını çektiğim insanlara yakın olmak için ve başkalarına bir şeyler iletebilecek bir bilgi akışı oluşturmak için giderim.” 

Kim ne derse desin… Bana göre onun fotoğrafları hem içerik anlamında, hem biçim anlamında mükemmel. Onun fotoğraflarla dünyayı değiştirebilme çabası ilham verici. Onun bu çabalardan şimdiye kadar aldığı sonuçlar, örneğin yok olmuş Brezilya ormanlarını yeniden hayata kazandırması, ders çıkarılacak nitelikte… 

Sevgi ve saygıyla alkışlıyorum büyük usta Sebastiao Salgado’yu… 

 

 

 

Kaynakça: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/397832